Türk Siyaset
ve Devlet adamı, siyasi gelenekte ülkemizin Atatürk’ den sonra gelen ikinci
adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin üçüncü ve ilk sivil Cumhurbaşkanı (Bursa, Gemlik
/ Umurbey – 1883 doğumlu), Plevne göçmenlerinden öğretmen Abdullah Fehmi
Efendi’nin (öl.1918) üçüncü oğludur. (ağabeyleri Behzat ve Asım) Abdullah Fehmi
Efendi 1877 Osmanlı-Rus savaşı’ndaki Balkan bozgunu sonunda, Gemlik
yakınlarındaki Umurbey köyüne göçtü. Buradaki okulda öğretmenlik yaptı. Mahmut
Celal BAYAR ilk ve orta öğrenimini babasının yanında gördü. Gemlik Mahkeme
Kalemi ve Enerji İdaresi’nde stajyer memur olarak çalıştı. Bursa’da açılan
Ziraat Bankası Veznedarlığı sınavını kazandı. Bankada veznedar olarak
çalışırken, Fransız papazlar yönetimindeki Collage de L’asomption’un fransızca
kurslarına devam etti. İpek böcekçiliği eğitimi veren Darullaim-i Harir
kurslarını izledi, İnegöllü Rafet Bey’in kızı Reşide Hanım ile (öl.1964)
evlendi. Üç çocukları oldu. Refii Bayar (1904-1941) ve Turgut Bayar (1911),
Nilüfer Gürsoy BAYAR (1921).
Mahmut Celal
Bey, siyaset hayatına Bursa’da gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girerek
atıldı. 1908 Meşrutiyeti’nin ilanından sonra bu cemiyetin Bursa’daki şubesinin
önce rehber muavini, sonra da, rehberi oldu. Bu arada Ziraat Bankası’ndan
Osmanlı Bankası’na geçti. 31 Mart ayaklanması başlayınca (1909) Hareket
Ordusu’na katılmak üzere Bursa ittihatçılarından bir gönüllü bölüğü oluşturdu.
Mudanya’ya kadar gittiyse de ayaklanma bastırıldığından İstanbul’a gitmesine
gerek kalmadı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin fırka (parti) konumunu alması
üzerine Bursa katibi mesulü oldu. Daha sonra İzmir katibi mesulluğüne atandı.
(1911) Ekonomik ve Sosyal konularla eğitim sorunlarına eğildi. Partisinin
öncülüğünde İzmir Kız Lisesi açılmasına önayak oldu. (1912) Basmahane’de
Şimendifer Meslek Okulu’nun açılmasına yardım etti. (1914) Yörenin ekonomisine
egemen olan azınlıkların yanı sıra Türk halkının da ekonomik etkinliğinin
arttırılması çabalarına girişti. “Halka Doğru Cemiyeti” ni “Halka Doğru” adıyla
bu derneğin yayın organı bir dergi çıkardı. Turgut Alp takma adıyla ekonomik
konularda yazı yazdı. Kooperatifçiliği yaygınlaştırmaya çalıştı. İzmir’de bir
Milli Kütüphane kurdurdu. Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu’nun
yenilgisiyle son bulup İttihat ve Terakki iktidardan uzaklaşıp, bu Parti’nin
yöneticilerine karşı soruşturma ve suçlamalar başlayınca, savaş suçlusu olarak
İzmir Sıkı Yönetim Mahkemesi’nde yargılandı, aklandı, İstanbul’da itilafçı
hükümetler iş başına geçtiğinde adı bir kez daha tutuklanacaklar listesine
girince, arkadaşı jandarma yüzbaşısı Sarı Edip Bey (Sarı Edep Efe) ile
İzmir’den kaçıp dağlara çekildi. Gökçen Efe’ye sığındı. (Daha İzmir’de iken
işgal söz konusu olduğunda, İzmir Reddi İlhak Cemiyeti’nin ve Müdafaa-i Hukuki
Osmaniye’nin kuruluşuna katıldı.) Söke yöresindeki ulusal direnişçilerle
işbirliği yaptı. Direnişçiler safında yunan işgaline karşı Aydın’ın geri alınması
savaşlarına katıldı. Denizli cephesinde Demirci Mehmet Efeye danışman oldu.
Balıkesir Kongresi kararıyla Akhisar’da Milli Alay Komutanlığı’na atandı. Son
Osmanlı Meclisi Mebusanı’na Saruhan (Manisa) milletvekili olarak girdi. (1920)
İstanbul’daki bu mecliste Kuvvay-i Milliye’yi öven ve Saray’ın Ulusal Kurtuluş
Savaşı konusundaki ilgisizliğini yeren konuşmasıyla dikkati çekti.
İstanbul’daki bu meclisin İngilizler’ce basılması üzerine Anadolu’ya geçip ilk
TBMM’ye katıldı. İktisat encümeni raportörlüğü, iktisat bakan vekilliği, (1920)
yaptı. Çerkez Ethem ile TBMM arasında arabuluculuk yapmakla görevlendirilen
kurula üye seçildi. Çerkez Ethem ile görüşmeler yaptı. Mustafa Kemal Paşa’nın
buyruğu ile kurulan Türkiye Komünist Fırkası’nın kurucuları arasında yer aldı.
(1920) İktisat vekili oldu. (1921) Dışişleri Bakanı’na vekalet etti. Lozan
Barış Görüşmeleri’ne giden ilk delegasyonda danışman olarak görev yaptı. İkinci
TBMM seçimlerinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu adayı olarak İzmir
Milletvekili seçildi. (1923) Mübadele, İmar ve İskan vekili oldu. (1924) Aynı
yıl, İş Bankası’nı kurmakla görevlendirildi. Bakanlıktan ayrıldı. İş
Bankası’nın ilk Genel Müdürü olarak 1932 yılına kadar bu Banka’nın başında
kaldı. Yeniden İktisat Bakanı oldu. (1932-1937) İsmet İnönü’nün sağlık
gerekçesi ile izin alması üzerine önce Başbakan Vekili, 1 Kasım 1937’de de
Cumhuriyet’ in dokuzuncu İcra Vekilleri Heyeti Başkanı (Başbakan) oldu.
Atatürk’ün ölümü ve İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra
istifasını verdi. İnönü tarafından yeni Bakanlar Kurulu oluşturması istenince
de, 25.01.1939 tarihine kadar görev başında kalacak İkinci Bayar Hükümeti’ni
kurdu. 1939-1946 yılları arasında CHP İzmir Milletvekilliği yaptı. Türkiye’de
çok partili döneme geçme çalışmaları sırasında üç arkadaşıyla birlikte (Fuat
Köprülü, Adnan Menderes, Refik Koraltan) Türk demokrasi tarihinde “ Dörtlü
Takrir” adını alan “parti tüzüğü ve bazı kanunlarda tadilat” isteyen önergesini
Grup Başkanlığı’na verdi. (12 Haziran 1945) Önerge, CHP grubunda, imza
sahiplerinin dışındaki üyelerce oy birliği ile reddedildi. Bayar dışında kalan
önergesiler de CHP üyeliğinden çıkarıldı. Bunu üzerine Bayar, önce
milletvekilliğinden, (26 Eylül 1945) ardından da CHP üyeliğinden (3 Aralık
1945) ayrıldı. Üçü de, CHP’den çıkartılan (Köprülü, Menderes, Koraltan) ama
milletvekilliği süren, biri de (Bayar) bu partiden istifa eden Dörtlü Takrir
sahipleri, 7 Ocak 1946 tarihinde, Demokrat Partiyi kurdular. Bayar Genel Başkan
oldu. DP, 1946 seçimlerinde Bayar yönetiminde 66 Milletvekili ile Meclise
girdi. Celâl Bayar’ da bu kez İstanbul Milletvekili seçildi. 1946-1950 yılları
arasında ana muhalefet partisi lideri olarak eski partisi CHP’ye karşı sert bir
muhalefet yürüttü. DP, 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimlerde oyların % 53.36’sını
alıp Mecliste büyük bir çoğunluk sağlayarak iktidar oldu. Bayar DP Genel
Başkanlığından istifa ederek, 22.Mayıs.1950’ de Cumhurbaşkanı seçildi. Türkiye
Cumhuriyeti’nin Atatürk ve İnönü’den sonra üçüncü ve ilk sivil Cumhurbaşkanı
olarak 1954 ve 1957 seçimleri sonunda da yeniden Cumhurbaşkanı oldu. Cumhuriyet
tarihinin, askerlikten gelmeyen ilk sivil Cumhurbaşkanı olarak; 27 Mayıs 1960 tarihine kadar bu görevini
sürdürdü. Cumhurbaşkanlığı süresince;
İnönü tarafından hafızalardan silinmek istenen Atatürk ve O’nun ilke ve
inkılâplarını yeniden hayata geçirdi. Demokrat Parti lideri ve Başbakan Adnan
Menderes ile yaptığı çok olumlu ve
uyumlu çalışmalar sonucu, cumhuriyet tarihinin en büyük kalkınma, gelişme ve
yenileşme hareketine katkıda bulundu. Atatürk’ün her şeyden çok istediği,
özlediği, en büyük hayal ve ideali olan Demokrasinin yerleşmesi, süreklilik
kazanması, ve kurumlaşması için olağanüstü gayret sarf etti. Kendisi,
Atatürk’ün sır arkadaşı, en yakın dostu ve belki de hayatta en çok seveni idi. Bu
nedenle; “Atatürk’ü Sevmek Milli Bir İbadettir” demiştir.
Ancak, 27
Mayıs’ta girişilen müessif bir isyan ve darbe sonucu 1960 da tutuklandı. Yassıada da kurulan
yüksek adalet divanı tarafından yapılan yargılama sonucu 15 Eylül 1961
tarihinde idama mahkum edildi. Hüküm verildiği zaman 78 yaşına idi. Ölüm cezası
milli birlik komitesi tarafından, kayresiz (müebbet) hapse çevrildi. Yassıada
dan Kayseri Ceza evine gönderildi. Dört yıla yaklaşan tutukluluğundan sonra
hasta olduğu gerekçesi ile 7 Kasım 1964 tarihinde salıverildi. Salıverildikten
sonra, “Ben de Yazdım” adlı 8 ciltlik anılarını yayımladı. “Bizim Ev” adıyla
bir kulüp oluşturup, kendisi gibi siyasal haklarını yitirmiş Demokrat Partili politikacıların haklarını
geri alabilmek için çalışmalar yaptı. Siyasal hasmı İsmet İnönü’nün yardımıyla
eski Demokrat Partililerle birlikte Anayasa da yapılan değişikliklerle bu
haklar, 1969 yılında geri verildi. Anayasa Mahkemesinin bu yoldaki değişikliği
iptal etmesi üzerine, Adalet Partisini desteklemekten vazgeçip, bu partiden
kopan Senatör ve Milletvekillerinin kurduğu Demokratik Parti’ yi destekledi.
Demokratik Partinin seçim kampanyalarına katıldı. Kızı Nilüfer Gürsoy’ un da
AP’ den ayrılıp Demokratik Partiye katılmasını teşvik etti. Ancak, daha sonra
Demokratik Partililerden büyükçe bir grubun tekrar AP’ ye dönmesi üzerine
BAYAR’ da 1975 senato kısmi seçimlerinde yeniden Adalet Partisini destekle
Bursa’ da yapılan AP mitinginde Süleyman Demirel ile birlikte kürsüye çıkarak
konuştu. Cezaları bağışlanan BAYAR, 1961 Anayasasına göre eski Cumhurbaşkanı
olarak, cumhuriyet senatosunun “Doğal Üyesi” sayılıyordu. Adalet Partili senato
başkanının, senatoya katılması yolundaki çağrısını, doğal üyeliğe karşı olduğu
gerekçesi ile reddetti. (1974) 12 Eylül 1980 sonrası yönetimini ve 1982
Anayasasını destekledi. Uzunca süren bir yaşlılık hastalığından sonra, 22
Ağustos 1986 günü 103 yaşında İstanbul’da vefat ettiğinde, kendisine devlet
töreni yapılmak üzere aziz nâaşı Ankara’ya götürüldü. Ve sonra yine devlet
töreni ile doğum yeri olan Bursa-Umurbey’ de, 23 Ağustos 1986 tarihinde; Türkiye’nin her tarafından, cenazeye katılmak
ve kendisini ebedi istirahatgâhı’ na yollamak üzere gelen binlerce vatandaşın
katıldığı büyük bir merasimle toprağa verildi.
Eserleri:
Bende Yazdım (1965-1972) arasında 8 cilt, Başvekilim Adnan Menderes (1969)
Politika
ile ilk teması, Aydın İl Başkanı olarak “Serbest Fırka” ile başlar.
1931’de,
Atatürk’ün isteği ile Halk Partisinden Aydın Milletvekili olarak seçildi. 11
Haziran 1945’
de toplanan CHP’ grubuna Celâl Bayar, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan ile
birlikte verdikleri “Dörtlü Takrir” nedeniyle ve yazdığı makaleler sonucu
21.Eylül.1945’ de partiden ihraç edildi. Ama O, Meclis Genel Kurulunda yaptığı
etkili konuşmaları ve yayınladığı makaleleri ile “Demokrasi kurallarına uygun
bir yönetimin ancak, tam, serbest ve tek dereceli bir seçimle iktidar
olabileceği” fikrini savunmayı azim, inanç ve kararlılıkla sürdürdü.
07.Ocak.1946’da
Celâl Bayar, Refik Koraltan ve Prof. Dr. Fuat Köprülü ile birlikte Demokrat
Partiyi kurdu. Menderes, Genel Kurul
Üyesi olarak Genel Başkanı Celal Bayar’ın da desteği ile, dört yıl süreyle
yurdun dört bir tarafını dolaşarak Demokratik yönetim biçimine ait olan
fikirlerini açık, samimi, inandırıcı bir üslup içinde savundu ve anlattı.
14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti
büyük bir çoğunlukla iktidara geldi. Atatürk’ün en büyük arzu, hayal ve ideali
olan Demokrasiyi Cumhuriyet ile buluşturdu. Bu nedenle “Beyaz İhtilâl” olarak
nitelenen 14 Mayıs, “Demokrasi Bayramı” ilân edildi. Bu arada Atatürk’ün
Başvekili Celâl Bayar, TC’nin 3. ve ilk sivil Cumhurbaşkanlığına seçildi. Adnan
Menderes Başbakanlığa getirildi. İlk işi, memlekette barış ve huzuru sağlamak
amacıyla bir Genel Af çıkartmak oldu. Ayrıca, “Devr-i sabık yaratmayacağız”
kararı ile iyi niyetini gösterdi. Dış siyasette NATO’ya girmenin çetin
yollarını aştı.
14.Mayıs.1950’
de başlayıp, 27.Mayıs.1960 günü yapılan darbeye kadar geçen on yıllık süre
içinde; Yıllardır ihmal edilmiş, geri kalmış, içerde ve dışarıda itibar kaybetmiş olan Türkiye’ yi baştan başa
yeniden imar ve inşa etti. İşsizlik ve yoksulluğu yendi. Maddi, manevi ilmi ve
kültürel değerleri yeniden kazandırdı. Tarihten silinmeye ve yok olamaya yüz
tutmuş Atatürk ilke ve inkılâplarını yeniden hayata geçirdi. Dünya siyaset
tarihinde eşi emsali görülmemiş büyük bir kalkınma, gelişme ve çağdaşlaşma
hareketlerini gerçekleştirdi.
Merhum
Menderes zamanında halk, insanca yaşamayı öğrendi. Cehalet, yokluk, yoksulluk
ve işsizlikten kurtuldu. Milli ve manevi değer, eser ve zenginliklerine
kavuştu. Devlet adeta baştan başa yenilendi. Demokrasi kurumlaştı ve bir yaşam
biçimi olarak yerleşme yoluna girdi. Öyle ki, NATO standart, norm ve
kriterlerine göre bu dönemde, normal şartlarda yüz yıla tekabül eden büyük bir
kalkınma ve gelişme hareketi yaşandı. Menderes ve arkadaşlarının Demokrat Parti
ile gerçekleştirmiş olduğu eserler bugün, çok sevdiği Milletinin hizmetindedir.
Ancak, bu
olağanüstü kalkınma, gelişme, çağdaşlaşma
ve demokratikleşme hareketini vatan ve millet düşmanları ile devleti ve
milleti soymaya alışmış kitleler içlerine sindiremedi. On yıllık iktidarı
boyunca, sonuncusu dahil tam 4 darbe teşebbüsü ile karşı karşıya kaldı. Fakat,
O, vatanını, devletini insanını ve askerini yürekten seven, ordusuna güvenen,
demokrasi, hak, adalet ve hukuka dayanan bir insandı. Bu sevgi, saygı, güven ve
“güvendiği orduya” karşı duyduğu samimi itimat nedeniyle ve “kan dökülmesin,
masum insanlar telef olmasın, devletin ve demokrasinin düzeni bozulmasın”
inancıyla bir avuç çapulcuya karşı çıkmadı. Sabır ve tevekkül yolunu seçti.
Elbet yanlış, yalan ve iftiraların ortaya çıkacağını, iktidarının aklanacağını
ve aziz ve necip Türk milletinin
gerçekleri göreceğini sanıyor ve bu yanlıştan muhakkak dönüleceğine
inanıyordu. Bu inanç ve itimatla; Hükümete samimi ve sadık olarak bağlı Türk
Silâhlı Kuvvetlerini harekete geçirmedi. Milletin selâmeti için teslimiyeti
seçti.
Fakat, bir
avuç isyancı (38 kişi) tarafından gerçekleştirilen ve Menderes’in “vatan ve
millet aşkı” nedeniyle mukavemet görmeyen darbe ne hikmetse muvaffak olunca,
tutuklanarak Yassıada’ ya götürüldü. Türk hukuk tarihinin utancı olan yüksek
adalet divanı nam uyduruk mahkemelerde sözde yargılanarak idama mahkum edildi.
Burada kendisine eziyet, zulüm ve işkenceler yapıldı. Hayali sükut ve hüsrana
uğramıştı. Bir kez intihara teşebbüs etti.
O, kendisini milleti ve memleketine adayan büyük bir devlet adamı ve
büyük bir vatanseverdi. 17 Eylül 1960 günü öğle saatlerinde idam sehpasında
bile son sözleri “vatan sağ olsun” olmuş, “Allaaah!...” diyerek ruhunu (emaneti
sahibine) teslim etmiştir. Vatan sağ olsun. Nur içinde yatsın.
Fatin RÜŞTÜ ZORLU, (Eski Devlet Bakanı, Başbakan
Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı)
1910’da
İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesi’nden sonra Paris Siyasal Bilgiler
Okulu’nu, Cenevre Hukuk ve İktisat Fakültelerini bitirdi. Dışişleri’nde Hukuk
Müşavir Yardımcısı oldu. Aynı Bakanlığın Ticaret Dairesi şefi olarak da
çalıştı.
O zamanki
Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ ın kızı Muallâ hanımla düğünleri, 30
Ağustos 1933’te bizzat Atatürk tarafından Dolmabahçe Sarayı’nda yapıldı. Bern
ve Paris Büyükelçilikleri’nde Başkatiplik görevlerinde bulundu. Moskova Büyük
Elçiliği Müsteşarı oldu. Beyrut’ta Başkonsolosluk yaptı. Cumhuriyet tarihinin
en ciddi, iyi ve ilkeli hariciyecilerinden biri olarak yetişti.
1950’den sonra
Devlet Bakanlığı Milletlerarası İktisadi İşbirliği Genel Sekreterliği’ne
getirildi. 1951’de Büyük Elçi olarak NATO’da Türkiye Daimi Temsilciliği
görevine atandı.
1954’te
Demokrat Parti’den Çanakkale Milletvekili seçildi. Devlet Bakanlığı ve Başbakan
Yardımcılığı yaptı. İki defa Dışişleri Bakanlığı’na getirildi. Dışişleri
Bakanlığı zamanında başta Kıbrıs konusu olmak üzere, Türkiye’nin dış politika
ilişkilerinin gelişmesi ve gelenek doğrultusunda yerleşip kurumlaşmasında çok
büyük katkılarda bulundu. Londra, Zürich ve Garanti antlaşmalarını hazırladı.
İmzalanması ve hayata geçmesini sağladı.
27.Mayıs.1960’da
tutuklanarak olağanüstü Yassıada Mahkemesi’nde yargılanıp, yüksek adalet
divanınca idama mahkum edildi. Yassıada da çok haksız ve insanlık dışı muamelelere
maruz kaldı. Bu yüz karası ve hukukun utancı durumundaki mahkemelere adeta
meydan okudu. Yine de dönemi ile ilgili bütün eylem ve işlemlerini sonuna kadar
yiğitçe savundu. Cumhuriyet tarihinin en iyi ve en vatansever, Atatürkçü
(Kemalist) ve milliyetçi Dışişleri Bakanı olduğunu tarihe altın harflerle
yazdırdı. Her celsede mahkeme heyetine neredeyse ders verdi. Arkadaşlarının en
büyük destekçisi ve moral kaynağı idi. İsyancı cunta ve cuntacılara asla taviz
vermedi, asla af ve aman dilemedi. Fakat, sonunda onları buraya tıkan irade
hükmünü vahşice icra etmekte gecikmedi.
16 Eylül 1960
günü kadere inanmışların rahatlığı içinde abdestini aldı, namazını kıldı. Çok
yüksek ve onurlu bir tavırla Yiğitçe sehpaya çıktı. İpi boynuna kendisi geçirdi
ve Allah’ın rahmetine kavuştu. Mekanı cennet olsun.
Hasan POLATKAN (1,2,3 ve 4. Dönem Menderes Hükümetleri Maliye Bakanı)
1915’te
Eskişehir’de doğdu. Eskişehir Lisesi’ni ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni
bitirdi. Ziraat Bankası’nda Müfettiş olarak çalıştı. 1946’da Demokrat Parti’den
Eskişehir Milletvekili olarak seçildi.
1946 – 1950
döneminin demokrasi, insan hakları, adalet ve hukuk mücadelesinde rol aldı.
Celâl Bayar, Menderes ve arkadaşları ile bütün Türkiye’yi dolaştı. Halkı
aydınlattı. Vatandaşın yaşadığı yokluk, ızdırap, sıkıntı ve mahrumiyetleri
yerinde gördü.
Birinci
Menderes Hükümetinde önce Çalışma Bakanlığı yaptı.Sonra Maliye Bakanlığına
getirildi. Maliye bakanlığı süresince; Milli Siyaset Belgesi, Atatürk ilke ve
inkılâpları ile “namuslu, dürüst, demokrat, temiz devlet-dürüst hükümet”
prensibi doğrultusunda çok büyük, önemli ve değerli eser ve hizmetlere imza
attı. Maliye Bakanlığını kurumlaştırdı.
“Devletin
Namusu” kavramını maliye teşkilâtına yerleştirdi. Dahilde Ekonominin gelişmesi,
uluslar arası iktisadi ilişkilerin kurulması, milli kaynakların aktive edilmesi
ve dönem hükümetince sürdürülen akıl almaz kalkınma ve gelişme hızının mali
motivasyonu gibi çok büyük hizmetler ifa etti. Vergi kanunlarının demokratik
hukuk, insani boyut, evrensel kriter ve adalet ilkelerine uygun olarak yeniden
düzenlenmesini sağladı. Liberal ekonomik düzenin yerleşmesi, imkân ve fırsat
eşitliğinin yaratılması ve serbest piyasa koşullarının oluşmasına öncülük ve
önderlik yaptı.
27 Mayıs
1960’a kadar bu görevde kaldı. Yassıada Olağanüstü Mahkemesinin kararı ile
idama mahkum edildi, hüküm 16 Eylül 1960 günü uygulandı. O tatlı yüz, o sevimli
insan böylece yürekten inandığı yüce
yaratıcısına kavuştu. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.
Bu Anıtmezar,
Ülkemiz 1945 yılında çok partili hayata geçtikten
sonra kurulan siyasi partiler arasında Demokrat Parti’nin müstesna bir yeri
vardır. 7 Ocak 1946 tarihinde Adnan Menderes ve üç arkadaşı tarafından kurulan
Demokrat Parti, kısa zamanda halkın sevgi ve güvenini kazanmış, 14 Mayıs 1950
‘de yapılan tek dereceli ilk seçimde iktidarı ele alarak memleketi 10 yıl idare
etmiştir.
Tarihimize
“Demokrat Parti Dönemi” adı ile geçen bu dönemin tek Başbakanı Adnan Menderes’tir.
Bu yıllar, kalkınma açısından Türkiye’nin atılım yılları olduğu gibi, dış
politika bakımından da memleket güvenliğinin sağlandığı bir dönemdir.
Demokratik rejimin getirmiş olduğu güven duygusu içinde Türk Milleti,
geleceğine umutla bakıyor. Ve Türkün kaderi, serbest demokratik rejimle
birlikte, pek açık bir suretle artık değişiyordu. 10 yıllık Demokrat Parti
dönemini işte böyle özetlemek mümkündür.
Fakat
yurdumuzun bu hızlı kalkınması, ne yazık ki, 27 Mayıs 1960 tarihinde bir
hükümet darbesi ile kesintiye uğradı. Demokrasinin gelenek ve teamüllerinin
henüz yerleşmediği bir dönemde, türlü tesirler altında orduda kurulan bir
askeri cuntanın gizlice hazırladığı darbe ile Demokrat Parti iktidarı sona
erdi.Darbeyi gerçekleştiren cunta, memleket yönetimini ele aldı, ve devirdiği
partinin liderleriyle birlikte 400 kadar milletvekillini de tutuklayarak
Marmara Denizi’nin ortasındaki Yassıada’da gözetim altına aldı. İhtilal
İdaresi, DP’li siyaset ve devlet adamlarını kendisinin seçtiği kimselerden
oluşan ve “Yüksek Adalet Divanı” adını verdiği özel bir mahkemede “Anayasayı
ihlal yakıştırması” ile yargılatarak, 348’ini ağır cezalara mahkum etti.
İdam cezasına çarptırılan 15 kişiden olan üçünün, Başbakan ve Demokrat Parti
Genel Başkanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye
Bakanı Hasan Polatkan’ın cezalarını yine Marmara’nın ortasında bulunan bir
başka adada, İmralı Adası’nda asarak infaz eyledi.
Fakat
27 Mayıs darbesi, Türk halkı tarafından asla tasvip görmemiş, hele üç devlet
adamının darbe tarihinin üzerinden bir buçuk yıl geçtikten, yani iktidara
yöneltilen suçlamaların iftira olduğu ortaya çıktıktan sonra idam edilmeleri
ise, memleketteki üzüntüyü bütün bütün arttırmış, milli birlik ve
beraberliğimizi sarsarak, ülkemizi iktisadi açıdan tam bir durgunluğun, rejim
yönünden de şiddetli bir buhranın içerisine atmıştı. Türkiye’nin böylesine bir
gerginlik içinde kalamayacağı aşikardı. 1961 yılının sonbaharında işbaşına
gelen sivil idare, Yassıada hükümlüleri için arka arkaya af kanunları çıkarmaya
başladı ve müebbet hapis cezasına mahkum olanları dahi birkaç yıl içerisinde
serbest bırakarak cezaevlerini boşalttı. Sonra hepsinin siyasi hakları iade
edildi.
Ama,
Af Kanunları, Demokratların uğradıkları haksızlıkların giderilmesi için yeterli
değildi. Zira, darbe ile düşürülüp, ağır cezalara çarptırıldıktan sonra bile,
Türk Politika hayatı üzerinde güçlü tesir ve nüfuzu devam ettiren ve halkımızın
yanında böylesine yüksek itibara sahip bir siyasi kadronun suçlu sayılması akla
da, vicdana da aykırı düşüyor ve toplumumuzu rencide ediyordu. Türk toplumu,
büyük çoğunluğu ile, Demokrat Parti’nin devamı ve uzantısı olduklarını söyleyen
siyasi partilere her seçimde oy veriyor, DP dönemine duyduğu özlemini bu
suretle açığa vuruyordu. O halde, ortada büyük bir çelişki ve çarpıklık var
demekti. Milletimizin, ihtilalin devirdiği insanları baş tacı etmesinin manası
açıktı; İhtilal halka dayanmıyor, halktan destek almıyor demekti. Çarpıklık
işte burde idi. Bu çarpıklığı düzeltip toplumu rahatlatabilmek için, af
kanunlarının ötesine geçmenin ve bu itibarla DP’li politika ve devlet
adamlarının suçsuzluklarını ilan etmenin zamanı çoktan gelmişti. Halkımızın
yıllardan beri beklediği de bu idi.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi, Nisan 1990 tarihinde yeni bir Kanun daha çıkardı. Bu
kanun, eski DP’lilerin bu defa itibarlarını hukuken iade etmek suretiyle onları
akladı. Ve Yassıada Mahkumiyetini, Anayasamızın kuvvetler ayrılığı prensibi
yüzünden ancak böylesine bir yolla ortadan kaldırmış oldu. İmralı Adası’nda
idam edilip orada defnedilmiş olan üç devlet adamının mezarlarının da bir başka
yere devlet töreni ile nakledileceği hükme bağlandı. İşte bunun üzerinedir ki;
Yıldırım Akbulut hükümeti, İmralı’dan nakledilecek üç mezar için bu anıtı inşa
ettirmeye başladı. Mezarların naklinin, Başbakan Menderes’in idam edildiği
günün yıl dönümüne, yani 17 Eylül tarihine yetiştirilebilmesi için Anıtmezar,
geceli gündüzlü bir çalışma ile 52 gün gibi rekor denilecek bir sürede
tamamlandı. Truva vapuru üç şehidin yakınları ile, Demokrat Parti
Milletvekillerini alarak 15 Eylül günü akşamı Sarayburnu’ndan İmralı’ya hareket
etti. Mezarlar 16 Eylül Pazar günü açıldı. Ve merhumların kemikleri dini
törenle üç ayrı tabuta kondu. Truva vapuru 17 Eylül Pazartesi sabahı
Sarayburnu’na doğru yola çıktı.
Cenaze
namazları Muratpaşa Camii’nde kılındı ve orada düzenlenen kortej, 25 kilometre ötede
bulunan Anıtmezar’a doğru yürüyüşe geçti. Kortejin başında, daha başkanlığı
sırasında bu davayı ele alıp azimle takip etmiş olan Cumhurbaşkanı Turgut Özal
yürüyordu. Eski başkentin sokakları yurdun her tarafından gelen insanlarla dolu
idi. İmralı’dan gelen tabutları selamlamak için Türkiye’nin 73 vilayetini
temsilen İstanbul’a gelen 73 heyet de Anıtmezar’a konulmak üzere getirdikleri
topraklarla birlikte törende yerlerini almışlardı. Anavatan ve Doğruyol
Partileri’nin merkez ve taşra teşkilatlarının tamamı orada idi.
Halkımızın
Cumhuriyet döneminin en sevilen talihsiz Başbakanı Adnan Menderes’i ve O’nun
yine talihsiz kader arkadaşlarını gözyaşları içinde ebedi istirahat yerlerine
uğurladı. Bu Anıtmezar’ın çok kısa hikayesi işte bundan ibarettir.Yüce Türk
Milleti’nin hak ve adalet duygusunun, kadirbilirliğinin, Demokrasiye sarsılmaz
bağlılığının güzel bir sembolü olan bu anıt, burada yatanların üstün hizmetleri
ve aziz hatıralarıyla birlikte Türk’ün büyük meziyetlerini de gelecek kuşaklara
sevgi ve saygı ile aktaracaktır.
(*) Gelenek ve Gerçek, Mustafa Nevruz SINACI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder