3 Mayıs 2013 Cuma

ANIT MEZAR, VEFAT VE ŞEHİTLER.......

Türkiye Cumhuriyeti’ nin 3. ve İlk Sivil Cumhurbaşkanı Celal BAYAR 
(1883–22.Ağustos.1986)
SONRA DA, TEZ ELDEN "TÜRK ORDUSUNU" DAĞITTILAR....
Türk Siyaset ve Devlet adamı, siyasi gelenekte ülkemizin Atatürk’ den sonra gelen ikinci adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin üçüncü ve ilk sivil Cumhurbaşkanı (Bursa, Gemlik / Umurbey – 1883 doğumlu), Plevne göçmenlerinden öğretmen Abdullah Fehmi Efendi’nin (öl.1918) üçüncü oğludur. (ağabeyleri Behzat ve Asım) Abdullah Fehmi Efendi 1877 Osmanlı-Rus savaşı’ndaki Balkan bozgunu sonunda, Gemlik yakınlarındaki Umurbey köyüne göçtü. Buradaki okulda öğretmenlik yaptı. Mahmut Celal BAYAR ilk ve orta öğrenimini babasının yanında gördü. Gemlik Mahkeme Kalemi ve Enerji İdaresi’nde stajyer memur olarak çalıştı. Bursa’da açılan Ziraat Bankası Veznedarlığı sınavını kazandı. Bankada veznedar olarak çalışırken, Fransız papazlar yönetimindeki Collage de L’asomption’un fransızca kurslarına devam etti. İpek böcekçiliği eğitimi veren Darullaim-i Harir kurslarını izledi, İnegöllü Rafet Bey’in kızı Reşide Hanım ile (öl.1964) evlendi. Üç çocukları oldu. Refii Bayar (1904-1941) ve Turgut Bayar (1911), Nilüfer Gürsoy BAYAR (1921).
Mahmut Celal Bey, siyaset hayatına Bursa’da gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girerek atıldı. 1908 Meşrutiyeti’nin ilanından sonra bu cemiyetin Bursa’daki şubesinin önce rehber muavini, sonra da, rehberi oldu. Bu arada Ziraat Bankası’ndan Osmanlı Bankası’na geçti. 31 Mart ayaklanması başlayınca (1909) Hareket Ordusu’na katılmak üzere Bursa ittihatçılarından bir gönüllü bölüğü oluşturdu. Mudanya’ya kadar gittiyse de ayaklanma bastırıldığından İstanbul’a gitmesine gerek kalmadı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin fırka (parti) konumunu alması üzerine Bursa katibi mesulü oldu. Daha sonra İzmir katibi mesulluğüne atandı. (1911) Ekonomik ve Sosyal konularla eğitim sorunlarına eğildi. Partisinin öncülüğünde İzmir Kız Lisesi açılmasına önayak oldu. (1912) Basmahane’de Şimendifer Meslek Okulu’nun açılmasına yardım etti. (1914) Yörenin ekonomisine egemen olan azınlıkların yanı sıra Türk halkının da ekonomik etkinliğinin arttırılması çabalarına girişti. “Halka Doğru Cemiyeti” ni “Halka Doğru” adıyla bu derneğin yayın organı bir dergi çıkardı. Turgut Alp takma adıyla ekonomik konularda yazı yazdı. Kooperatifçiliği yaygınlaştırmaya çalıştı. İzmir’de bir Milli Kütüphane kurdurdu. Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisiyle son bulup İttihat ve Terakki iktidardan uzaklaşıp, bu Parti’nin yöneticilerine karşı soruşturma ve suçlamalar başlayınca, savaş suçlusu olarak İzmir Sıkı Yönetim Mahkemesi’nde yargılandı, aklandı, İstanbul’da itilafçı hükümetler iş başına geçtiğinde adı bir kez daha tutuklanacaklar listesine girince, arkadaşı jandarma yüzbaşısı Sarı Edip Bey (Sarı Edep Efe) ile İzmir’den kaçıp dağlara çekildi. Gökçen Efe’ye sığındı. (Daha İzmir’de iken işgal söz konusu olduğunda, İzmir Reddi İlhak Cemiyeti’nin ve Müdafaa-i Hukuki Osmaniye’nin kuruluşuna katıldı.) Söke yöresindeki ulusal direnişçilerle işbirliği yaptı. Direnişçiler safında yunan işgaline karşı Aydın’ın geri alınması savaşlarına katıldı. Denizli cephesinde Demirci Mehmet Efeye danışman oldu. Balıkesir Kongresi kararıyla Akhisar’da Milli Alay Komutanlığı’na atandı. Son Osmanlı Meclisi Mebusanı’na Saruhan (Manisa) milletvekili olarak girdi. (1920) İstanbul’daki bu mecliste Kuvvay-i Milliye’yi öven ve Saray’ın Ulusal Kurtuluş Savaşı konusundaki ilgisizliğini yeren konuşmasıyla dikkati çekti. İstanbul’daki bu meclisin İngilizler’ce basılması üzerine Anadolu’ya geçip ilk TBMM’ye katıldı. İktisat encümeni raportörlüğü, iktisat bakan vekilliği, (1920) yaptı. Çerkez Ethem ile TBMM arasında arabuluculuk yapmakla görevlendirilen kurula üye seçildi. Çerkez Ethem ile görüşmeler yaptı. Mustafa Kemal Paşa’nın buyruğu ile kurulan Türkiye Komünist Fırkası’nın kurucuları arasında yer aldı. (1920) İktisat vekili oldu. (1921) Dışişleri Bakanı’na vekalet etti. Lozan Barış Görüşmeleri’ne giden ilk delegasyonda danışman olarak görev yaptı. İkinci TBMM seçimlerinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu adayı olarak İzmir Milletvekili seçildi. (1923) Mübadele, İmar ve İskan vekili oldu. (1924) Aynı yıl, İş Bankası’nı kurmakla görevlendirildi. Bakanlıktan ayrıldı. İş Bankası’nın ilk Genel Müdürü olarak 1932 yılına kadar bu Banka’nın başında kaldı. Yeniden İktisat Bakanı oldu. (1932-1937) İsmet İnönü’nün sağlık gerekçesi ile izin alması üzerine önce Başbakan Vekili, 1 Kasım 1937’de de Cumhuriyet’ in dokuzuncu İcra Vekilleri Heyeti Başkanı (Başbakan) oldu. Atatürk’ün ölümü ve İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra istifasını verdi. İnönü tarafından yeni Bakanlar Kurulu oluşturması istenince de, 25.01.1939 tarihine kadar görev başında kalacak İkinci Bayar Hükümeti’ni kurdu. 1939-1946 yılları arasında CHP İzmir Milletvekilliği yaptı. Türkiye’de çok partili döneme geçme çalışmaları sırasında üç arkadaşıyla birlikte (Fuat Köprülü, Adnan Menderes, Refik Koraltan) Türk demokrasi tarihinde “ Dörtlü Takrir” adını alan “parti tüzüğü ve bazı kanunlarda tadilat” isteyen önergesini Grup Başkanlığı’na verdi. (12 Haziran 1945) Önerge, CHP grubunda, imza sahiplerinin dışındaki üyelerce oy birliği ile reddedildi. Bayar dışında kalan önergesiler de CHP üyeliğinden çıkarıldı. Bunu üzerine Bayar, önce milletvekilliğinden, (26 Eylül 1945) ardından da CHP üyeliğinden (3 Aralık 1945) ayrıldı. Üçü de, CHP’den çıkartılan (Köprülü, Menderes, Koraltan) ama milletvekilliği süren, biri de (Bayar) bu partiden istifa eden Dörtlü Takrir sahipleri, 7 Ocak 1946 tarihinde, Demokrat Partiyi kurdular. Bayar Genel Başkan oldu. DP, 1946 seçimlerinde Bayar yönetiminde 66 Milletvekili ile Meclise girdi. Celâl Bayar’ da bu kez İstanbul Milletvekili seçildi. 1946-1950 yılları arasında ana muhalefet partisi lideri olarak eski partisi CHP’ye karşı sert bir muhalefet yürüttü. DP, 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimlerde oyların % 53.36’sını alıp Mecliste büyük bir çoğunluk sağlayarak iktidar oldu. Bayar DP Genel Başkanlığından istifa ederek, 22.Mayıs.1950’ de Cumhurbaşkanı seçildi. Türkiye Cumhuriyeti’nin Atatürk ve İnönü’den sonra üçüncü ve ilk sivil Cumhurbaşkanı olarak 1954 ve 1957 seçimleri sonunda da yeniden Cumhurbaşkanı oldu. Cumhuriyet tarihinin, askerlikten gelmeyen ilk sivil Cumhurbaşkanı olarak;  27 Mayıs 1960 tarihine kadar bu görevini sürdürdü.  Cumhurbaşkanlığı süresince; İnönü tarafından hafızalardan silinmek istenen Atatürk ve O’nun ilke ve inkılâplarını yeniden hayata geçirdi. Demokrat Parti lideri ve Başbakan Adnan Menderes  ile yaptığı çok olumlu ve uyumlu çalışmalar sonucu, cumhuriyet tarihinin en büyük kalkınma, gelişme ve yenileşme hareketine katkıda bulundu. Atatürk’ün her şeyden çok istediği, özlediği, en büyük hayal ve ideali olan Demokrasinin yerleşmesi, süreklilik kazanması, ve kurumlaşması için olağanüstü gayret sarf etti. Kendisi, Atatürk’ün sır arkadaşı, en yakın dostu ve belki de hayatta en çok seveni idi. Bu nedenle; “Atatürk’ü Sevmek Milli Bir İbadettir” demiştir.
Ancak, 27 Mayıs’ta girişilen müessif bir isyan ve darbe sonucu  1960 da tutuklandı. Yassıada da kurulan yüksek adalet divanı tarafından yapılan yargılama sonucu 15 Eylül 1961 tarihinde idama mahkum edildi. Hüküm verildiği zaman 78 yaşına idi. Ölüm cezası milli birlik komitesi tarafından, kayresiz (müebbet) hapse çevrildi. Yassıada dan Kayseri Ceza evine gönderildi. Dört yıla yaklaşan tutukluluğundan sonra hasta olduğu gerekçesi ile 7 Kasım 1964 tarihinde salıverildi. Salıverildikten sonra, “Ben de Yazdım” adlı 8 ciltlik anılarını yayımladı. “Bizim Ev” adıyla bir kulüp oluşturup, kendisi gibi siyasal haklarını yitirmiş  Demokrat Partili politikacıların haklarını geri alabilmek için çalışmalar yaptı. Siyasal hasmı İsmet İnönü’nün yardımıyla eski Demokrat Partililerle birlikte Anayasa da yapılan değişikliklerle bu haklar, 1969 yılında geri verildi. Anayasa Mahkemesinin bu yoldaki değişikliği iptal etmesi üzerine, Adalet Partisini desteklemekten vazgeçip, bu partiden kopan Senatör ve Milletvekillerinin kurduğu Demokratik Parti’ yi destekledi. Demokratik Partinin seçim kampanyalarına katıldı. Kızı Nilüfer Gürsoy’ un da AP’ den ayrılıp Demokratik Partiye katılmasını teşvik etti. Ancak, daha sonra Demokratik Partililerden büyükçe bir grubun tekrar AP’ ye dönmesi üzerine BAYAR’ da 1975 senato kısmi seçimlerinde yeniden Adalet Partisini destekle Bursa’ da yapılan AP mitinginde Süleyman Demirel ile birlikte kürsüye çıkarak konuştu. Cezaları bağışlanan BAYAR, 1961 Anayasasına göre eski Cumhurbaşkanı olarak, cumhuriyet senatosunun “Doğal Üyesi” sayılıyordu. Adalet Partili senato başkanının, senatoya katılması yolundaki çağrısını, doğal üyeliğe karşı olduğu gerekçesi ile reddetti. (1974) 12 Eylül 1980 sonrası yönetimini ve 1982 Anayasasını destekledi. Uzunca süren bir yaşlılık hastalığından sonra, 22 Ağustos 1986 günü 103 yaşında İstanbul’da vefat ettiğinde, kendisine devlet töreni yapılmak üzere aziz nâaşı Ankara’ya götürüldü. Ve sonra yine devlet töreni ile doğum yeri olan Bursa-Umurbey’ de, 23 Ağustos 1986 tarihinde;  Türkiye’nin her tarafından, cenazeye katılmak ve kendisini ebedi istirahatgâhı’ na yollamak üzere gelen binlerce vatandaşın katıldığı büyük bir merasimle toprağa verildi.
Eserleri: Bende Yazdım (1965-1972) arasında 8 cilt, Başvekilim Adnan Menderes (1969)

 Şehit Başvekil Adnan MENDERES
            1899’ da Aydın da doğdu. Küçük yaşta annesini ve babasını kaybetmenin acılarını yaşadı. Babaannesinin sevgisiyle büyüdü. İzmir Amerikan Kolejinde okudu. Daha sonra Ankara Hukuk Fakültesini bitirdi. Askerliğini yedek Subay olarak yaptı. Terhis edildikten sonra Çakırbeyli’de ki çiftliğine çekildi. Milli Mücadele’ de gösterdiği kahramanlık ve üstün hizmetlerin karşılığı olarak, “İstiklâl Madalyası” ile ödüllendirildi.
            Politika ile ilk teması, Aydın İl Başkanı olarak “Serbest Fırka” ile başlar. 
            1931’de, Atatürk’ün isteği ile Halk Partisinden Aydın Milletvekili olarak seçildi. 11 Haziran 1945’ de toplanan CHP’ grubuna Celâl Bayar, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan ile birlikte verdikleri “Dörtlü Takrir” nedeniyle ve yazdığı makaleler sonucu 21.Eylül.1945’ de partiden ihraç edildi. Ama O, Meclis Genel Kurulunda yaptığı etkili konuşmaları ve yayınladığı makaleleri ile “Demokrasi kurallarına uygun bir yönetimin ancak, tam, serbest ve tek dereceli bir seçimle iktidar olabileceği” fikrini savunmayı azim, inanç ve kararlılıkla sürdürdü.
            07.Ocak.1946’da Celâl Bayar, Refik Koraltan ve Prof. Dr. Fuat Köprülü ile birlikte Demokrat Partiyi   kurdu. Menderes, Genel Kurul Üyesi olarak Genel Başkanı Celal Bayar’ın da desteği ile, dört yıl süreyle yurdun dört bir tarafını dolaşarak Demokratik yönetim biçimine ait olan fikirlerini açık, samimi, inandırıcı bir üslup içinde savundu ve anlattı.
14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti büyük bir çoğunlukla iktidara geldi. Atatürk’ün en büyük arzu, hayal ve ideali olan Demokrasiyi Cumhuriyet ile buluşturdu. Bu nedenle “Beyaz İhtilâl” olarak nitelenen 14 Mayıs, “Demokrasi Bayramı” ilân edildi. Bu arada Atatürk’ün Başvekili Celâl Bayar, TC’nin 3. ve ilk sivil Cumhurbaşkanlığına seçildi. Adnan Menderes Başbakanlığa getirildi. İlk işi, memlekette barış ve huzuru sağlamak amacıyla bir Genel Af çıkartmak oldu. Ayrıca, “Devr-i sabık yaratmayacağız” kararı ile iyi niyetini gösterdi. Dış siyasette NATO’ya girmenin çetin yollarını aştı.
14.Mayıs.1950’ de başlayıp, 27.Mayıs.1960 günü yapılan darbeye kadar geçen on yıllık süre içinde; Yıllardır ihmal edilmiş, geri kalmış, içerde ve dışarıda itibar  kaybetmiş olan Türkiye’ yi baştan başa yeniden imar ve inşa etti. İşsizlik ve yoksulluğu yendi. Maddi, manevi ilmi ve kültürel değerleri yeniden kazandırdı. Tarihten silinmeye ve yok olamaya yüz tutmuş Atatürk ilke ve inkılâplarını yeniden hayata geçirdi. Dünya siyaset tarihinde eşi emsali görülmemiş büyük bir kalkınma, gelişme ve çağdaşlaşma hareketlerini gerçekleştirdi.
Merhum Menderes zamanında halk, insanca yaşamayı öğrendi. Cehalet, yokluk, yoksulluk ve işsizlikten kurtuldu. Milli ve manevi değer, eser ve zenginliklerine kavuştu. Devlet adeta baştan başa yenilendi. Demokrasi kurumlaştı ve bir yaşam biçimi olarak yerleşme yoluna girdi. Öyle ki, NATO standart, norm ve kriterlerine göre bu dönemde, normal şartlarda yüz yıla tekabül eden büyük bir kalkınma ve gelişme hareketi yaşandı. Menderes ve arkadaşlarının Demokrat Parti ile gerçekleştirmiş olduğu eserler bugün, çok sevdiği Milletinin hizmetindedir.
Ancak, bu olağanüstü kalkınma, gelişme, çağdaşlaşma  ve demokratikleşme hareketini vatan ve millet düşmanları ile devleti ve milleti soymaya alışmış kitleler içlerine sindiremedi. On yıllık iktidarı boyunca, sonuncusu dahil tam 4 darbe teşebbüsü ile karşı karşıya kaldı. Fakat, O, vatanını, devletini insanını ve askerini yürekten seven, ordusuna güvenen, demokrasi, hak, adalet ve hukuka dayanan bir insandı. Bu sevgi, saygı, güven ve “güvendiği orduya” karşı duyduğu samimi itimat nedeniyle ve “kan dökülmesin, masum insanlar telef olmasın, devletin ve demokrasinin düzeni bozulmasın” inancıyla bir avuç çapulcuya karşı çıkmadı. Sabır ve tevekkül yolunu seçti. Elbet yanlış, yalan ve iftiraların ortaya çıkacağını, iktidarının aklanacağını ve aziz ve necip Türk milletinin  gerçekleri göreceğini sanıyor ve bu yanlıştan muhakkak dönüleceğine inanıyordu. Bu inanç ve itimatla; Hükümete samimi ve sadık olarak bağlı Türk Silâhlı Kuvvetlerini harekete geçirmedi. Milletin selâmeti için teslimiyeti seçti.
Fakat, bir avuç isyancı (38 kişi) tarafından gerçekleştirilen ve Menderes’in “vatan ve millet aşkı” nedeniyle mukavemet görmeyen darbe ne hikmetse muvaffak olunca, tutuklanarak Yassıada’ ya götürüldü. Türk hukuk tarihinin utancı olan yüksek adalet divanı nam uyduruk mahkemelerde sözde yargılanarak idama mahkum edildi. Burada kendisine eziyet, zulüm ve işkenceler yapıldı. Hayali sükut ve hüsrana uğramıştı. Bir kez intihara teşebbüs etti.
O, kendisini milleti ve memleketine adayan büyük bir devlet adamı ve büyük bir vatanseverdi. 17 Eylül 1960 günü öğle saatlerinde idam sehpasında bile son sözleri “vatan sağ olsun” olmuş, “Allaaah!...” diyerek ruhunu (emaneti sahibine) teslim etmiştir. Vatan sağ olsun. Nur içinde yatsın.

Fatin RÜŞTÜ ZORLU, (Eski Devlet Bakanı, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı)

1910’da İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesi’nden sonra Paris Siyasal Bilgiler Okulu’nu, Cenevre Hukuk ve İktisat Fakültelerini bitirdi. Dışişleri’nde Hukuk Müşavir Yardımcısı oldu. Aynı Bakanlığın Ticaret Dairesi şefi olarak da çalıştı.
O zamanki Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ ın kızı Muallâ hanımla düğünleri, 30 Ağustos 1933’te bizzat Atatürk tarafından Dolmabahçe Sarayı’nda yapıldı. Bern ve Paris Büyükelçilikleri’nde Başkatiplik görevlerinde bulundu. Moskova Büyük Elçiliği Müsteşarı oldu. Beyrut’ta Başkonsolosluk yaptı. Cumhuriyet tarihinin en ciddi, iyi ve ilkeli hariciyecilerinden biri olarak yetişti.
1950’den sonra Devlet Bakanlığı Milletlerarası İktisadi İşbirliği Genel Sekreterliği’ne getirildi. 1951’de Büyük Elçi olarak NATO’da Türkiye Daimi Temsilciliği görevine atandı.
1954’te Demokrat Parti’den Çanakkale Milletvekili seçildi. Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı yaptı. İki defa Dışişleri Bakanlığı’na getirildi. Dışişleri Bakanlığı zamanında başta Kıbrıs konusu olmak üzere, Türkiye’nin dış politika ilişkilerinin gelişmesi ve gelenek doğrultusunda yerleşip kurumlaşmasında çok büyük katkılarda bulundu. Londra, Zürich ve Garanti antlaşmalarını hazırladı. İmzalanması ve hayata geçmesini sağladı. 
27.Mayıs.1960’da tutuklanarak olağanüstü Yassıada Mahkemesi’nde yargılanıp, yüksek adalet divanınca idama mahkum edildi. Yassıada da çok haksız ve insanlık dışı muamelelere maruz kaldı. Bu yüz karası ve hukukun utancı durumundaki mahkemelere adeta meydan okudu. Yine de dönemi ile ilgili bütün eylem ve işlemlerini sonuna kadar yiğitçe savundu. Cumhuriyet tarihinin en iyi ve en vatansever, Atatürkçü (Kemalist) ve milliyetçi Dışişleri Bakanı olduğunu tarihe altın harflerle yazdırdı. Her celsede mahkeme heyetine neredeyse ders verdi. Arkadaşlarının en büyük destekçisi ve moral kaynağı idi. İsyancı cunta ve cuntacılara asla taviz vermedi, asla af ve aman dilemedi. Fakat, sonunda onları buraya tıkan irade hükmünü vahşice icra etmekte gecikmedi.
16 Eylül 1960 günü kadere inanmışların rahatlığı içinde abdestini aldı, namazını kıldı. Çok yüksek ve onurlu bir tavırla Yiğitçe sehpaya çıktı. İpi boynuna kendisi geçirdi ve Allah’ın rahmetine kavuştu. Mekanı cennet olsun.

Hasan POLATKAN  (1,2,3 ve 4. Dönem Menderes Hükümetleri Maliye Bakanı)

            1915’te Eskişehir’de doğdu. Eskişehir Lisesi’ni ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. Ziraat Bankası’nda Müfettiş olarak çalıştı. 1946’da Demokrat Parti’den Eskişehir Milletvekili olarak seçildi.
1946 – 1950 döneminin demokrasi, insan hakları, adalet ve hukuk mücadelesinde rol aldı. Celâl Bayar, Menderes ve arkadaşları ile bütün Türkiye’yi dolaştı. Halkı aydınlattı. Vatandaşın yaşadığı yokluk, ızdırap, sıkıntı ve mahrumiyetleri yerinde gördü.
Birinci Menderes Hükümetinde önce Çalışma Bakanlığı yaptı.Sonra Maliye Bakanlığına getirildi. Maliye bakanlığı süresince; Milli Siyaset Belgesi, Atatürk ilke ve inkılâpları ile “namuslu, dürüst, demokrat, temiz devlet-dürüst hükümet” prensibi doğrultusunda çok büyük, önemli ve değerli eser ve hizmetlere imza attı. Maliye Bakanlığını kurumlaştırdı. 
“Devletin Namusu” kavramını maliye teşkilâtına yerleştirdi. Dahilde Ekonominin gelişmesi, uluslar arası iktisadi ilişkilerin kurulması, milli kaynakların aktive edilmesi ve dönem hükümetince sürdürülen akıl almaz kalkınma ve gelişme hızının mali motivasyonu gibi çok büyük hizmetler ifa etti. Vergi kanunlarının demokratik hukuk, insani boyut, evrensel kriter ve adalet ilkelerine uygun olarak yeniden düzenlenmesini sağladı. Liberal ekonomik düzenin yerleşmesi, imkân ve fırsat eşitliğinin yaratılması ve serbest piyasa koşullarının oluşmasına öncülük ve önderlik yaptı.
27 Mayıs 1960’a kadar bu görevde kaldı. Yassıada Olağanüstü Mahkemesinin kararı ile idama mahkum edildi, hüküm 16 Eylül 1960 günü uygulandı. O tatlı yüz, o sevimli insan böylece yürekten inandığı  yüce yaratıcısına kavuştu. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.

Bu Anıtmezar, 
Türk tarihinin çok hazin bir hikayesini sergiliyor:
            Ülkemiz 1945 yılında çok partili hayata geçtikten sonra kurulan siyasi partiler arasında Demokrat Parti’nin müstesna bir yeri vardır. 7 Ocak 1946 tarihinde Adnan Menderes ve üç arkadaşı tarafından kurulan Demokrat Parti, kısa zamanda halkın sevgi ve güvenini kazanmış, 14 Mayıs 1950 ‘de yapılan tek dereceli ilk seçimde iktidarı ele alarak memleketi 10 yıl idare etmiştir.
            Tarihimize “Demokrat Parti Dönemi” adı ile geçen bu dönemin tek Başbakanı Adnan Menderes’tir. Bu yıllar, kalkınma açısından Türkiye’nin atılım yılları olduğu gibi, dış politika bakımından da memleket güvenliğinin sağlandığı bir dönemdir. Demokratik rejimin getirmiş olduğu güven duygusu içinde Türk Milleti, geleceğine umutla bakıyor. Ve Türkün kaderi, serbest demokratik rejimle birlikte, pek açık bir suretle artık değişiyordu. 10 yıllık Demokrat Parti dönemini işte böyle özetlemek mümkündür.
            Fakat yurdumuzun bu hızlı kalkınması, ne yazık ki, 27 Mayıs 1960 tarihinde bir hükümet darbesi ile kesintiye uğradı. Demokrasinin gelenek ve teamüllerinin henüz yerleşmediği bir dönemde, türlü tesirler altında orduda kurulan bir askeri cuntanın gizlice hazırladığı darbe ile Demokrat Parti iktidarı sona erdi.Darbeyi gerçekleştiren cunta, memleket yönetimini ele aldı, ve devirdiği partinin liderleriyle birlikte 400 kadar milletvekillini de tutuklayarak Marmara Denizi’nin ortasındaki Yassıada’da gözetim altına aldı. İhtilal İdaresi, DP’li siyaset ve devlet adamlarını kendisinin seçtiği kimselerden oluşan ve “Yüksek Adalet Divanı” adını verdiği özel bir mahkemede “Anayasayı ihlal yakıştırması” ile yargılatarak, 348’ini ağır cezalara mahkum etti. İdam cezasına çarptırılan 15 kişiden olan üçünün, Başbakan ve Demokrat Parti Genel Başkanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın cezalarını yine Marmara’nın ortasında bulunan bir başka adada, İmralı Adası’nda asarak infaz eyledi.
            Fakat 27 Mayıs darbesi, Türk halkı tarafından asla tasvip görmemiş, hele üç devlet adamının darbe tarihinin üzerinden bir buçuk yıl geçtikten, yani iktidara yöneltilen suçlamaların iftira olduğu ortaya çıktıktan sonra idam edilmeleri ise, memleketteki üzüntüyü bütün bütün arttırmış, milli birlik ve beraberliğimizi sarsarak, ülkemizi iktisadi açıdan tam bir durgunluğun, rejim yönünden de şiddetli bir buhranın içerisine atmıştı. Türkiye’nin böylesine bir gerginlik içinde kalamayacağı aşikardı. 1961 yılının sonbaharında işbaşına gelen sivil idare, Yassıada hükümlüleri için arka arkaya af kanunları çıkarmaya başladı ve müebbet hapis cezasına mahkum olanları dahi birkaç yıl içerisinde serbest bırakarak cezaevlerini boşalttı. Sonra hepsinin siyasi hakları iade edildi.
            Ama, Af Kanunları, Demokratların uğradıkları haksızlıkların giderilmesi için yeterli değildi. Zira, darbe ile düşürülüp, ağır cezalara çarptırıldıktan sonra bile, Türk Politika hayatı üzerinde güçlü tesir ve nüfuzu devam ettiren ve halkımızın yanında böylesine yüksek itibara sahip bir siyasi kadronun suçlu sayılması akla da, vicdana da aykırı düşüyor ve toplumumuzu rencide ediyordu. Türk toplumu, büyük çoğunluğu ile, Demokrat Parti’nin devamı ve uzantısı olduklarını söyleyen siyasi partilere her seçimde oy veriyor, DP dönemine duyduğu özlemini bu suretle açığa vuruyordu. O halde, ortada büyük bir çelişki ve çarpıklık var demekti. Milletimizin, ihtilalin devirdiği insanları baş tacı etmesinin manası açıktı; İhtilal halka dayanmıyor, halktan destek almıyor demekti. Çarpıklık işte burde idi. Bu çarpıklığı düzeltip toplumu rahatlatabilmek için, af kanunlarının ötesine geçmenin ve bu itibarla DP’li politika ve devlet adamlarının suçsuzluklarını ilan etmenin zamanı çoktan gelmişti. Halkımızın yıllardan beri beklediği de bu idi.
            Türkiye Büyük Millet Meclisi, Nisan 1990 tarihinde yeni bir Kanun daha çıkardı. Bu kanun, eski DP’lilerin bu defa itibarlarını hukuken iade etmek suretiyle onları akladı. Ve Yassıada Mahkumiyetini, Anayasamızın kuvvetler ayrılığı prensibi yüzünden ancak böylesine bir yolla ortadan kaldırmış oldu. İmralı Adası’nda idam edilip orada defnedilmiş olan üç devlet adamının mezarlarının da bir başka yere devlet töreni ile nakledileceği hükme bağlandı. İşte bunun üzerinedir ki; Yıldırım Akbulut hükümeti, İmralı’dan nakledilecek üç mezar için bu anıtı inşa ettirmeye başladı. Mezarların naklinin, Başbakan Menderes’in idam edildiği günün yıl dönümüne, yani 17 Eylül tarihine yetiştirilebilmesi için Anıtmezar, geceli gündüzlü bir çalışma ile 52 gün gibi rekor denilecek bir sürede tamamlandı. Truva vapuru üç şehidin yakınları ile, Demokrat Parti Milletvekillerini alarak 15 Eylül günü akşamı Sarayburnu’ndan İmralı’ya hareket etti. Mezarlar 16 Eylül Pazar günü açıldı. Ve merhumların kemikleri dini törenle üç ayrı tabuta kondu. Truva vapuru 17 Eylül Pazartesi sabahı Sarayburnu’na doğru yola çıktı.
            Cenaze namazları Muratpaşa Camii’nde kılındı ve orada düzenlenen kortej, 25 kilometre ötede bulunan Anıtmezar’a doğru yürüyüşe geçti. Kortejin başında, daha başkanlığı sırasında bu davayı ele alıp azimle takip etmiş olan Cumhurbaşkanı Turgut Özal yürüyordu. Eski başkentin sokakları yurdun her tarafından gelen insanlarla dolu idi. İmralı’dan gelen tabutları selamlamak için Türkiye’nin 73 vilayetini temsilen İstanbul’a gelen 73 heyet de Anıtmezar’a konulmak üzere getirdikleri topraklarla birlikte törende yerlerini almışlardı. Anavatan ve Doğruyol Partileri’nin merkez ve taşra teşkilatlarının tamamı orada idi.
            Halkımızın Cumhuriyet döneminin en sevilen talihsiz Başbakanı Adnan Menderes’i ve O’nun yine talihsiz kader arkadaşlarını gözyaşları içinde ebedi istirahat yerlerine uğurladı. Bu Anıtmezar’ın çok kısa hikayesi işte bundan ibarettir.Yüce Türk Milleti’nin hak ve adalet duygusunun, kadirbilirliğinin, Demokrasiye sarsılmaz bağlılığının güzel bir sembolü olan bu anıt, burada yatanların üstün hizmetleri ve aziz hatıralarıyla birlikte Türk’ün büyük meziyetlerini de gelecek kuşaklara sevgi ve saygı ile aktaracaktır.
(*) Gelenek ve Gerçek, Mustafa Nevruz SINACI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder